May 20, 2024

Origin, kast sisteminde ezilen bir film

Pulitzer ödüllü Afrikalı-Amerikalı yazar Isabel Wilkerson’ın kast sistemi üzerine yazdığı The Origins adlı kitaba odaklanan filmde, geçmişin rüzgarına kapılırız. Ava DuVernay’ın yönettiği filmin açılış sahnesinde savrulan yapraklar; Yahudi soykırımını, Amerika’da 1865’te kaldırılan kölelik sistemini ve Hindistan’da Dalitlerin uğradığı zulmü yüzümüze vurur.

Kral Şakir ve Ördeklerin Göçü: Çocuk filmlerini nasıl seçelim?

The Zone of Interest’i izledikten sonra yedi yaşındaki oğlumun isteğiyle Kral Şakir: Devler Uyandı filmine maruz kaldım. Baktım sinemadaki çocuklar çok mutlu. Ellerinde patlamış mısırla heyecanla çığlık atıp müziklere eşlik ediyorlar. Filmden sonra oğlum ve sınıf arkadaşına sordum, “Bu filmin konusu ne?” Bana merakla bakan iki çocuk, hikâyeyi özetleyemedi. Biz anneler de filmin ne anlatmaya çalıştığını pek çözemedik. Oysa Ördeklerin Göçü, çocuk filmi olmasına rağmen bende iz bıraktı. Bir göç masalının başardığı neydi?

Kuş Uçuşu

Cüneyt Özdemir, Kuş Uçuşu’nun “ne yazık ki hayli karikatür kahramanlar ve olaylarla” “televizyon habercilerin hırslı dünyasına” baktığını yazmış.[1] Karakterlerin karikatürize edilmesinin sebebi, dizinin sahtelik ve riyakarlıkla dalga geçmesi. “Gerçek görünendir” cümlesi ile başlayan dizi, taktığımız maskelerin ve yapay gülüşlerimizin gerçeklik algısı yarattığını başarıyla gösteriyor.

Sanat doğal değil kurgusaldır

Biz sanatseverler gerçeklik fantezisine kapılırız. Heyecanla takip ettiğimiz hikayelerin otantikliğine inanmak isteriz. Bu gerçeklik sanrısıyla sinema ve edebiyatta sempati duyduğumuz karakterlerle birlikte ağlar ve güleriz. Oysa sanatın İngilizcesi “art,” yapay anlamına gelen “artificial” kelimesinden gelir. Sanat doğal değil, kurgusaldır. 

Ayşe Kulin, Yarın Yok: Geçmiş Günümüzde

Ayşe Kulin’in Yarın Yok romanında, “Nutregon gazının kullanıldığı Felaket Savaşı ertesinde, Hayırlı Uyanış’tan” 121 yıl sonra Dünya’da Merkez Şehir Devleti’ndeyiz (7). Bu distopik hikâyede uyanış pek de hayırlı değil. Devletin çıkarlarının, her daim çalışkan ve ahlaklı olması beklenen insanlardan üstün tutulduğu yaşamda herkes mutsuz. Günümüzden yüzyıllar sonra geçen roman aslında bizi geçmişimize doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Farklı dönemlerde yaşamış bilim kadınlarının, kapitalist, ırkçı ve ataerkil ideolojilerle nasıl boğuştuğuna şahit olurken tarihin tekerrürden ibaret olduğunu hissediyoruz. 

L. C. V. Lütfen Cevap Veriniz, Üçlü Bir Düğün Davetiyesi

İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı’nın yönettiği ve senaryosunu Erdi Işık’ın yazdığı LCV’nin açılış sahnesi adeta bir düğün davetiyesi. Zarif, beyaz zarfların her biri film yapımcısı, senarist, piyanist, sanat ve görüntü yönetmenleri için özel hazırlanmış. Fakat, damat, gelin ve nikah şahidini oynayan Ushan Çakır, Melisa Şenolsun ve Cem Yiğit Üzümoğlu için tek bir davetiye var. Film afişinde gördüğümüz pırlanta yüzükten de üç karakterin resimleri yansıyor. Franz Schubert’in müziği, çiçek buketleri ve buzlu anlamına gelen Hotel La Glace’in beyaz atmosferi, klasik bir düğünü çağrıştırsa da üçlü davetiye ve üçlü yüzük bize aşkın iki kişiye sığamadığını hissettiriyor.

Hayat Sahnesinde Aktris

Soner Caner’in yönettiği ve Hakan Bonomo’nun senaryosunu yazdığı dizinin adının Yasemin yerine Aktris olması bana William Shakespeare’in As You Like It (1623) oyunundaki meşhur sözlerini çağrıştırıyor: “Bütün dünya bir sahnedir / Ve bütün erkekler ve kadınlarsa sadece birer oyuncu / Girerler ve çıkarlar / Ve bir kişi birden çok rolü oynar…” Shakespeare, çağdaş yazarlardan yüzyıllar önce rol ve gerçek arasındaki çizgiyi siler. İngiliz şaire göre aşık, öğrenci, ebeveyn rollerini oynadığımız hayat bir performanstır. Toplumun bizden beklediği rolleri çalışır en iyi şekilde sahneleriz. Oyun ve gerçeğin birbirine geçtiği dizide sadece Pınar Deniz’in başarıyla canlandırdığı seri katil Yasemin değil, peşindeki komiser ve birlikte çalıştığı eski karısı da birer aktör ve aktris. 

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights