May 21, 2024

Frankenstein Uyarlaması Yaratılan’ın Yaratamadığı Ne?

Çağan Irmak’ın Netflix dizisi Yaratılan, Mary Shelley’nin karakteri Dr. Victor Frankenstein’a on dokuzuncu yüzyıl İstanbul’unda hayat veriyor. Dizi, tıp öğrencisi Ziya’nın bizi hayalet gibi kovalayacak sorusuyla başlar: 

“İnsanlar hortlaklardan neden korkar, bunu hiç düşündün mü? İnsanlar ölümden korkmaz. Onun zaten var olduğunu bilirler. İnsanlar, hortlakların dile gelip konuşma ihtimalinden korkarlar.” 

Bu ürpertici sözlerle birlikte dizinin, işlediği dönemin ve coğrafyanın hortlaklarına ses vereceğini hayal ettim. Ölüme meydan okuyan Ziya’nın yaşadığı türbülansın, büyüdüğü Bursa’nın ve yaşadığı İstanbul’un gizemli hikayelerinden besleneceğini düşündüm. Yaratılan, hiç bilmediğimiz Osmanlı rivayetleriyle örülü bir senaryoda dirilebilirdi. İşte o zaman tarihimizin susturulmuş hortlaklarıyla yüzleşebilirdik. Osmanlı’yı kendi efsanelerinden çok bir İngiliz romanı ve İngilizce bir şarkı üzerinden resmeden dizi, geçmişe farklı bir bakış açısı kazandırıyor mu? 

Sanılanın aksine Shelley’nin romanında Frankenstein, “yaratık” değil, tanrı rolünü oynayıp bir ölüyü canlandıran doktordur. Uygar ve modern Batı’nın kurgulandığı aydınlanma çağının ışığı, evrenin sırlarını keşfeden bilimden gelir. Buluşlarıyla mucizeler yaratan dâhi bilim adamları ilahlaştırılmıştır. İşte tam bu tarihi çerçevede Dr. Frankenstein, kaderle savaşma cüreti gösterir. Bir ölüyü dirilttiğinde gün ışığına çıkan, İncil’de yedi ölümcül günahtan biri olan kibridir. Doktorun hırsı, dünyaya hakimiyet kurmaya çalışan sömürgeci İngiltere’nin bir metaforudur. Hayat verdiği isimsiz karakter, dış görünüşü yüzünden ötekileştirilip zulmedildikçe asıl canavarın ırkçı toplum olduğunu görürüz. 

[Spoiler içerir] 

Dr. Frankenstein’in hikâyesini Osmanlı İmparatorluğu’na taşıyan Yaratılan ise İstanbul’daki ayrımcılığa ışık tutar. Annesi koleraya yenik düştükten sonra tıp öğrencisi Ziya (Taner Ölmez), ölüme çare arar. Bir cesedi icat ettiği makineye bağlayarak hayata döndürmeye çalışırken kendisine yardım eden Doktor İhsan (Erkan Kolçak Köstendil) çıkan patlamada ölür. İhsan’ı canlandırmayı başardığında gözleri zaferle parlarken dostu acıyla kıvranır. Yanmış yüzüyle tanınmayan, kendi adını bile hatırlamayan, konuşamayan İhsan ne yaratanının ne de çevresinin gözünde bir insandır. Hortlak ya da cüzzamlı olarak addedilen İhsan neredeyse linç edilir. Kendisine sahip çıkan bir tiyatro kumpanyasında Herkül rolü oynayarak bir eğlence unsuruna dönüşür. İsmi “iyilik etme” ve “bağışlama” anlamına gelen İhsan’ı şiddete iten, farklı görünüşü sebebiyle itilip kakıldığı toplumdur.

Osmanlı İstanbul’unda dirilenin yaratanına kavuşması, neden çağdaş, İngilizce bir şarkıyla anlatılır? Hollandalı Jan Duindam’ın 2017’de bestelediği ve “ufuk” anlamına gelen “Horizon,” senaryoyla uyumlu olsa da dizinin geçtiği zaman ve mekanla uyuşmuyor. İngilizce sözlerin bir kına türküsünü takip etmesiyle de bir kültür karmaşası yaşanıyor: Ziya’nın çocukluk aşkının (Şifanur Gül) kınasında çalan türkünün, “Bu gece misafirem / Yola düştüm kış günü” sözleri, soğuk bir gecede evlerine yaklaşmakta olan davetsiz bir misafirin habercisidir.  Bu manidar türküden hemen sonra da Ziya’yı bulmak için dağ tepe aşan İhsan’a “Horizon” şarkısı eşlik eder. Şarkıdaki “hatırlanmak, birleşmek” umuduyla çıkılan ve “fedakârlık isteyen yolculuk,” İhsan’ın yaratanını azimle aramasıyla örtüşse de İngilizce sözler ve çağdaş melodi karakterin yaşadığı dönemi yansıtmıyor.

Çağan Irmak bir röportajında, “Yüzüklerin Efendisi’nden bu yana epik bir şey görmemek beni üzüyor. O yüzden bu proje uzun yıllardır hayalimdi”[1] demiş. Bir tiyatro kumpanyasında boynuna yılan dolamış Ejder, “cehennemin dini de imanı da işte böyledir” diye haykırırken İhsan’ın gözünden alevler içinde şeytani çığlıklar atan iblisleri görürüz. Cehennem, belki de ölüyken gittiği öbür dünyadan ziyade hor görüldüğü İstanbul’dur. Korku dolu bağrışlar, dramatik müzik ve çarpıcı görsel efektler, Yüzüklerin Efendisi havasını estirse de senaryoyu destansı kılmaya yetmiyor. Zaten dizinin esinlendiği Frankenstein (1818) da epik türünden değil. 

Dizi, son iki bölümde bir melodrama dönüşüyor. Neredeyse evli, mutlu, çocuklu tablosu çizen Yaratılan, Mary Shelley’nin kemiklerini sızlatmış olabilir. Aşkın ya da dostluğun idealleştirildiği sahnelerden bunalırken çok sevdiğim Frankenstein’ın derin ve düşündürücü yapısını hayranlıkla hatırlıyorum.

Bazı eleştirmenlerin aksine “en büyük günahın birini sevmemek” olduğu ve kibrin “insana felaket getireceği” mesajları veren dizinin “sıra dışı” olduğunu düşünmüyorum. Dizi, Shelley’nin gizemli doktorunu Osmanlı’nın hortlaklarıyla buluştursaydı belki o zaman ezber bozabilirdi. Eğer Frankenstein’ı okumadıysanız vaktinizi öncelikle dizinin esinlendiği romana ayırmanızı tavsiye ederim.


[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/cagan-irmak-yaratilan-dizisini-anlatti-yuzuklerin-efendisinden-bu-yana-epik-bir-sey-gormemek-beni-uzuyor-haber-1642796

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights