May 21, 2024

Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?

https://t24.com.tr/yazarlar/ayse-naz-bulamur/perihan-magden-biz-kimden-kaciyorduk-anne,40181

Bir kadının, annesine dönüşmekten ölesiye kaçma sancısını hissedemediğim Netflix dizisini seyrettikten sonra Perihan Mağden’in Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? (2007) romanını okudum. Ve her sayfada kimin kimi kovaladığı belli olmayan anneanne-kız-torun zincirini boğazımda hissettim. Peki, romanın, Melisa Sözen ve Eylül Tumbar’ın uyumuna hayran kaldığım dizi ile paylaşmadığı sırrı ne? 

Yazarın mekân olarak seçtiği otel, edebiyatta değişken, belirsiz bir kimliğin ve evsizliğin sembolüdür. Akademisyen Bettina Matthias’a göre otel, ev hayatının adeta tapıldığı domestik ideolojiye karşı çıkar. Her gün farklı insanların girip çıktığı, misafirlerin istediği zaman ayrılabildiği otel, statik ve monoton ataerkil aile düzeninden kaçıştır. 

Roman, bir kadının baskıcı babasından ve “buzlar kraliçesi” annesinin hayaletinden kaçışını, otel metaforu ile anlatıyor. Evlilik dışı doğan bebeğini korumak adına kontrolcü annesini öldüren, hastaneden kaçan ve tehdit gördüklerini katleden kadın, kızıyla birlikte otelden otele sürükleniyor. Anne, kız, resepsiyonist, temizlik görevlisi gibi farklı anlatıcıların kimlikleri hep arada derede. Yurtdışında yaşamış annenin cümleleri yarı İngilizce yarı Türkçe. Titrek sesle masal okuyan anne, Floransa sokaklarında çılgınca küfredebiliyor. Oyuncak bir bebek gibi giydirip Bambi adıyla seslendiği “çocuk” aslında şiddet dürtüleriyle boğuşan bir genç kız. Hem anne-kızlar hem de suç ortakları…

Fakat, romanda Bambi’nin vahşi bir orman gibi hayal ettiği otelleri, dizinin beş yıldızlı, hijyenik, lüks restoranlı tatil beldeleri yansıtamıyor. Kapadokya’nın meşhur balonlarını ve Akdeniz sahillerini gösteren turistik sahneler, romanın tehditkâr üslubundan uzak. Romandaki kar fırtınası bizi bilinmeze sürüklerken dizide karla örtülü peri bacaları bize kahve içip koltukta kıvrılma hissi veriyor. Melisa Sözen’in oynadığı annenin topuklu ayakkabıları, endamı, zarifliği ve şıklığı gözümüzü kamaştırıyor. Havalı şapkalarına, simsiyah giyimine bakmaktan Eylül Tumbar’ın canlandırdığı kızının aynı masaldaki Bambi gibi ormanda annesiz yapayalnız kalma korkusuyla titrediğini kaçırıyoruz. 

Oysa, romanın ilk sayfalarında anlatıcı Bambi, şaşalı otelleri değil çocuk kitabındaki karanlığa işaret ediyor: “Gözümüzün önünden akıp giden görüntülerden ibaret başkaları…Bambi bizim İşaret Kitabımız. Bazen rastgele bir sayfasını açıp içimizden tuttuğumuz satırlarına bakıp zamanımızın gelip gelmediğini bile anlarız…Bambi’deki tehlikeler bizimkiler gibi: Birer işaret her biri” (13). Biz de sosyal medyada akıp giden resimlerden ibaret değil miyiz? Her resim iç dünyamızı gösteren bir işaret. Hangi fotoğrafla başlarsak başlayalım, profilin arkasındaki kişinin perdesini aralıyoruz. Paylaşıldıktan bir süre sonra yok olan hikayeler de aynı oteldeki kısa süreli konaklamalar gibi. 

Romandaki her imge, anne kızın yaşadığı ve yaşattığı şiddeti resmediyor:

Yalnızken, ormanda kaybolan Hansel ile Gretel gibi kaçırılma korkusuyla altına kaçıran Bambi. 

Kızını terbiye etmek için gözlerinden birini çıkarıp atabilecek Anne. 

İç bunaltıcı, bulaşıcı, Pis Kaplıca Oteli.

“Annecim vurma kafana; vurma! Vurma!” (60) diyen Bambi’nin haykırışları ve annesinin alnından boşalan kanlar…

Kan gölüne dönen oteller, annenin kendi annesinde gördüğü canavarı içinde yaşattığının göstergesi.  Romanda, “Anne” şeklinde hitap edilen iki isimsiz kadının kimlikleri adeta birbirine geçiyor. Polisi arayan banka müdürünü maket bıçağıyla kesen kadın, köpeğini öldürdüğünü düşündüğü annesi kadar acımasız.

Annenin hayaleti, katil kızının peşini bırakmıyor. Ambulansın sireniyle annesinin ölümünü hatırlayıp ferahlayan kadın, nasıl da anne sevgisine muhtaç: “Beni affetmeyecek misin anne? …Beni bir gün olsa sevmeyecek misin? Bir anne karga kadar olsun, kızını istemeyecek misin?” (178). Kendine bir ceza olarak görüp öldürdüğü annesiyle ilişkisi hiç bitmiyor. Kaçtığı gölgeden besleniyor. 

“Annemle ben bir birimiz. Ay Birimiyiz. Birimiz bir şeyi öğrendiği anda, diğeri de biliyor her şeyi” (139) diyen Bambi ve annesinin kimlikleri de örtüşüyor. Minnie Mouse tokyolu kız, annesinin yolunda. Tartıştıkları bir çiftin boyunlarını ikiye ayırmak istiyor. Tapu dairesindeki müdürün iki gözüne aynı anda iki kalem saplayan anne-kız, Ay Birimi. Hikâyenin sonunda kurşun yağmuruna tutulan annesine dönüp bakmadan polisten kaçsa da annesinin delik deşik bedeni Bambi’yi hayat boyu kovalayacak biliyoruz.

Peki, biz kimden saklanıyoruz? Kendimizden. Sürekli hesaplaştığımız geçmişimizden. Öldürücü anne-kız ilişkilerini okurken bastırdığımız korkular, roman bitince bizi tekrar sarıveriyor. İşte o an dizinin çekildiği rüya gibi otelleri internette arayıp sanal bir tatile doğru hızla kaçıyoruz.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights