May 17, 2024

ATÖLYE-SÖYLEŞİ

Bu atölyede, unutulmuş Yeni Asır gazetesi yazarı Rebia Arif’in, 1935’ten sonra ilk defa 2023’te tekrar basılan romanı Kadın Tipleri’ni, Erken Cumhuriyet Dönemi’nden bugüne kadın hakları ışığında inceleyeceğiz. Arif’in tek kitaplaşmış romanında, gazeteci-yazar Sencan ve mühendislik okuyup pilot olmak isteyen yeğeni, mesleklerin cinsiyete göre ayrılamayacağının kanıtıdır. Aileleri tarafından “erkek kadın” olarak nitelendirilen iki güçlü karakter, hayallerinden vazgeçmeyerek okuyuculara ilham verir. Romandaki kadın emekçiler, piyano çalan İzmirli genç kadınlarla sınırlı değildir. Bir doktor, kalfası Gülsüm Nine’yi hor görse de kitap işçi sınıfına ses verir. Bir işçi okurun Sencan’a yazdığı mektubu, Sencan’ın roman taslağını ve yeğeninin günlüklerini bir araya getiren bu çok katmanlı kitap, faklı mesleklerden kadınları buluşturarak sınıf ayrımcılığına karşı çıkar. Roman, ne kadar kadın emekçileri görünür kılsa da anneliği ve namus kavramını yücelterek geleneksel cinsiyet rollerini destekler. 1930’lardaki kadın karakterlerin erkek egemen toplumda var olma savaşının günümüzde de devam ettiğini tartışacağız.

Bu atölyede, 18. yüzyıldan çağdaş edebiyata İstanbul temsillerinin ne kadar ideolojik olduğunu inceleyeceğiz. Edward Said, “uygar” Batı’nın “ilkel” Doğu üzerinden kurgulandığını yazar. Thackeray, De Amicis ve Lord Byron gibi İngiliz ve İtalyan gezginlerin “masalsı” İstanbul tahayyülleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal ve politik gerçekliğini azımsar. Hiç görmedikleri haremi hapishaneye benzetirlerken Avrupa’daki cinsiyet eşitsizliğini göz ardı ederler. 1716-1718 yıllarında İstanbul’da yaşamış Leydi Montagu ise Osmanlı kadınlarının mülkiyet hakkına gıpta ederken hamamdaki kadınları cinsel objeye dönüştürür. Seyahatnamelerden farklı olarak birçok çağdaş İngiliz romanı, İstanbul fantezisini söndürürken İngiltere’nin sömürgeci ve ataerkil yapısını eleştirir. Julia Kristeva ve Orhan Pamuk’un romanlarında şehrin Osmanlı ve Bizans dönemlerine duyulan özlem, azınlık hakları ve İslamofobi gibi güncel meseleleri irdeler. Edebiyatta İstanbul temsillerinin Batı’nın sözde üstünlüğünü nasıl sorguladığını ya da desteklediğini tartışırken gazetelerden, filmlerden ve tablolardan da örnekler vereceğiz. 

Aşk, doğal ve evrensel bir duygu mudur? Yoksa kültürel bir ürün mü? Bu atölyede, İngiliz romanlarında aşk temasının ne kadar ideolojik olduğunu inceleyeceğiz: Jane Austen’in Gurur ve Önyargı romanındaki destansı aşk, kadınlara mülkiyet hakkı vermeyen toplum tarafından nasıl şekillenir? Charlotte Bronte’nin karakterleri Jane Eyre ve Rochester’ın evliliği, 19. yüzyılda beyaz, Hristiyan, Batı kimliğinin sözde üstünlüğünü nasıl destekler? İngiliz bir mürebbiye, çatıdaki Jamaikalı “deli” kadının tahtına nasıl kurulur? Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler’inde, Catherine ve Heathcliff’in bizi ağlatan imkânsız aşkı neden topluma tehdittir? Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’i bir politikacı yerine gençlik aşkı Sally ile birlikte olabilir mi? Sevgililer kavuşacak mı merakıyla romanları soluksuz bitiren okuyucu, ırk, din, sınıf, cinsiyet ayrımcılığıyla belirlenen aşk kanunlarını ister istemez öğrenir, uygular ve uygulatır. İngiliz romanlarından örnekler verirken Austen’dan bu yana aşkın politikasının günümüzde geçerliliğini de tartışacağız.

Bu atölyede, Victoria Çağı’na doğru karanlık bir yolculuğa çıkarken gerçek ve kurgusal kadın katillerin hikayelerini keşfedeceğiz. Thomas Hardy’nin Tess, George Eliot’ın Adam Bede, Mary Braddon’ın Bayan Audley’nin Sırrı, Florence Marryat’ın Vampirin Kanı romanlarını şu sorular ışığında inceleyeceğiz: 19. yüzyılda “Evin Meleği” lakabı verilen kadınlar, neden şiddete başvurdu? Duygusal, itaatkâr ve fedakâr olması beklenen annelerin kocalarını ve hatta bebeklerini öldürmelerinin sosyal, hukuki ve ekonomik boyutları nelerdi? Karındeşen Jack’tan bile daha sansasyonel olmaları bize cinsiyet rolleri hakkında ne söylüyor? Bram Stoker’ın romanı Drakula ile aynı yılda basıldığı halde bir kadın vampirin baş karakter olduğu Vampirin Kanı neden hiç ilgi görmedi? İngiliz romanlarında şiddet temsillerine dönemin ataerkil, etnik, dini ve sınıf dinamikleri üzerinden yaklaşırken günümüzde neden hâlâ kadın katillerin erkeklere nazaran daha çok tepki çektiğini de tartışacağız.

Organized by BİLGİ Department of English Language and Literature, “Literary Dialogues: Tales of Istanbul in Contemporary Fiction” event will take place on Monday, December 26 at 11 A.M. with guest speaker Ayşe Naz Bulamur.

İris Çıngı, geleneksel İngiliz çöreği Scone’ı, konuğu Boğaziçi Üniversitesi Doç. Dr. Ayşe Naz Bulamur ile Çırağan Sarayı’nın 5 çayında konuşuyorlar. Şimdi bu güzel sohbet habitat YouTube kanalında izleyin. https://www.youtube.com/watch?v=xikP9TRg5B0

Gurur ve Ceza – Edebiyat Söyleşileri: Doç. Dr. Ayşe Naz Bulamur ile “Austen ve İngiltere”
Gurur ve Ceza” sergisi kapsamında 1 Şubat 2020 Cumartesi günü Doç. Dr. Naz Bulamur ve serginin küratörü İpek Yeğinsü ile Labirent Sanat’ta gerçekleşen “Austen ve İngiltere” başlıklı edebiyat söyleşisidir. https://www.youtube.com/watch?v=IYkaBOFXZ9o

June 28, 2020 The Korea Now Podcast
The Korea Now Podcast #79 (Literature Series) – Ayse Naz Bulamur – ‘Love as a Contact Zone…
This episode of the Korea Now podcast features an interview that Jed Lea-Henry conducted with Ayse Naz Bulamur. They speak about Theresa Hak Kyung Cha’s Dictee, the different analytical interpretations of the novel, the importance of the text and how people have come to understand it over time, the role that emotion plays in building the characters, the blend between prose, poetry, autobiography, historical text, and story-telling, the experimental nature of the novel, the way that time plays out – both connecting and separating characters, the distance that emerges between the Korean mother and her Korean-American daughter, and importantly how love becomes a ‘contact zone’ for the female characters across time and space. https://www.youtube.com/watch?v=MZWu9y7jb-I

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights